1938 yılında orduda ayaklanma çıkarmaya çalıştığı iddiasıyla yargılandı ve 28 yıl 4 ay hapis cezasına çarptırıldı. 12 yıl sürecek mahpusluk dönemi başlamıştı. İstanbul, Ankara, Çankuru ve Bursa cezaevlerinde yattı.
Bu süreçte “Sevdalınız komünisttir/On yıldan beri hapistir/Yatar Bursa kalesinde” dizelerini içeren Yatar Bursa Kalesi’nde şiirini kaleme aldı.
Hapishaneyi okula çeviren Nazım, yoğun bir üretimle geçen yılların ardından tahliye edildi. Ancak Sabahattin Ali’nin faili meçhul cinayete gitmesi onu endişelendirmişti. Hapisten çıktıktan sonra askere alınacağına dair dedikodular dolaşmaya başladı.
Eski bir subay olan Nazım, askere alınma bahanesiyle öldürüleceğini düşündü.
Bir plan daha yaptı ve yeniden Sovyetler Birliği’ne doğru yola çıktı. Nazım’ın İstanbul Boğazı’ndan Karadeniz’e geçip Romanya bandıralı bir gemiye binmesine yardımcı olan kişi şair Refik Erduran’dı…
Nazım Hikmet, Sovyetler Birliği’ne gittikten sonra hakkındaki karalama kampanyaları sona ermemişti. 1951’de Adnan Menderes’in Başbakanlığını yaptığı Demokrat Parti hükümeti dünyaca ünlü şairimizi vatandaşlıktan çıkardı.
Dünyanın çeşitli yerlerini gezen Nazım, bu süreçte Dünya Barış Ödülü komitesinin jüri başkanlığını da yaptı.
Mücadelesi, hayatı, ailesi, aşkları ve elbette herbiri birbirinden güzel şiirleri ile büyük bir iz bırakan Nazım Hikmet, 3 Haziran 1963’te Moskova’da, geçirdiği kalp krizi sonucu, memleketine olan hasreti ile bu dünyadan göçtü.
2009 yılında vatandaşlığı yeniden tanınan Nazım Hikmet, 11 Eylül 1961’de Doğu Berlin’de Otobiyografi isimli bir şiir yazmış ve kendisini anlatmıştı:
OTOBİYOGRAFİ
doğduğum şehre dönmedim bir daha
geriye dönmeyi sevmem
üç yaşımda Halep’te paşa torunluğu ettim
on dokuzumda Moskova’da komünist Üniversite öğrenciliği
kırk dokuzumda yine Moskova’da Tseka-Parti konukluğu
ve on dördümden beri şairlik ederim
kimi insan otların kimi insan balıkların çeşidini bilir
ben ayrılıkların
kimi insan ezbere sayar yıldızların adını
ben hasretlerin
hapislerde de yattım büyük otellerde de
açlık çektim açlık gırevi de içinde ve tatmadığım yemek yok gibidir
otuzumda asılmamı istediler
kırk sekizimde Barış madalyasının bana verilmesini
verdiler de
otuz altımda yarım yılda geçtim dört metre kare betonu
elli dokuzumda on sekiz saatta uçtum Pırağ’dan Havana’ya
Lenin’i görmedim nöbet tuttum tabutunun başında 924’de
961’de ziyaret ettiğim anıtkabri kitaplarıdır
partimden koparmağa yeltendiler beni
sökmedi
yıkılan putların altında da ezilmedim
951’de bir denizde genç bir arkadaşla yürüdüm üstüne ölümün
52’de çatlak bir yürekle dört ay sırtüstü bekledim ölümü
sevdiğim kadınları deli gibi kıskandım
şu kadarcık haset etmedim Şarlo’ya bile
aldattım kadınlarımı
konuşmadım arkasından dostlarımın
içtim ama akşamcı olmadım
hep alnımın teriyle çıkardım ekmek paramı ne mutlu bana
başkasının hesabına utandım yalan söyledim
yalan söyledim başkasını üzmemek için
ama durup dururken de yalan söyledim
bindim tirene uçağa otomobile
çoğunluk binemiyor
operaya gittim
çoğunluk gidemiyor adını bile duymamış operanın
çoğunluğun gittiği kimi yerlere de ben gitmedim 21’den beri
camiye kiliseye tapınağa havraya büyücüye
ama kahve falıma baktırdığım oldu
yazılarım otuz kırk dilde basılır
Türkiye’mde Türkçemle yasak
kansere yakalanmadım daha
yakalanmam da şart değil
başbakan filân olacağım yok
meraklısı da değilim bu işin
bir de harbe girmedim
sığınaklara da inmedim gece yarıları
yollara da düşmedim pike yapan uçakların altında
ama sevdalandım altmışıma yakın
sözün kısası yoldaşlar
bugün Berlin’de kederden gebermekte olsam da
insanca yaşadım diyebilirim
ve daha ne kadar yaşarım
başımdan neler geçer daha
kim bilir.